DOLAR 39,9052 EURO 46,9246 STERLİN 54,8720 GRAM ALTIN 4.228,45 BIST 100 9.404,89 BITCOIN $107.566
Facebook TwitterX Instagram YouTube

Arama Haber Code Logo Arama

HABERLER

CHP lideri Özgür Özel: Darbeyi püskürtmeye kararlıyız!

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Halk TV canlı yayınına katıldı. Gazetecilerin sorunlarını yanıtlayan Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, ilk olarak Kartalkaya yangın faciasına değindi.

Giriş: 08.07.2025 08:40 | Güncelleme: 08.07.2025 13:39
Paylaş
CHP lideri Özgür Özel: Darbeyi püskürtmeye kararlıyız!


Özel, iktidara yakın bir ismin de yakınlarını kaybettiğinin ve bakanlıkları suçladığının hatırlatılması üzerine, “Dava çok eksik başladı. Bir kere ben beyefendiyi hem evinde taziyeye gitmiştim, hem de kendi elleriyle gömdüğü 8 evladının mezarları başında 40’ında da ziyaret etmiştim. O zaman da konuşmuştuk. AK Parti için çok önemli bir isim. Sayın Erdoğan’ın çok değer verdiği, AK Parti’nin çok sözü geçen birisi Bolu’da. O da öyle söylüyor. Yargıtay 9’uncu Daire’nin başkanının evladı gitti. O da aynı şeyi söylüyor, biz de söylüyoruz” dedi.

Özel, şunları söyledi:

“KARTALKAYA’DA ESAS SORUMLULAR YARGILANMIYOR”

“Bu mahkemede yargılanması gereken, hatta ilk bilirkişi raporuna göre esas sorumlu olan kişiler burada yok. Olmamalarının sebebi de bakanın izin vermiyor oluşu. Onların yargılanması bakanlık iznine tabi, bakan izin vermiyor. Savcı istedi, bakan izin vermedi. Şimdi İdare Mahkemesi’ne başvurulacak. Ümit ediyorum mahkeme bakanın bu idari kararını bozacak ve yargılanmaya başlarlar diye düşünüyorum. Bütün ifadeler şöyle yani: ‘Bizim burayı bakanlık denetledi. Yangın tüplerine bakanlık baktı. Şunu bakanlık yaptı…’ Ama şimdi o bakanlık hesap verme aşamasında yok. Aksine Bolu Belediyesi’ni ikinci bilirkişi raporu dahil etti, birincide yoktu. Ama Bolu Belediyesi’ne sorulacak soruları da ‘Sorulmasın’ demiyoruz. Bolu Belediyesi’nden bir belge talep edilmiş. Daha doğrusu bir denetim yapılmış, eksikler yazılmış. Sonradan o eksikleri gidermek yerine, herhalde sezon sonrasına bırakmak için başvurularını geri çekmişler. Burada böyle hiç sorumluluk alanında olmayan bir yer. Gidip denetlemesi gerekmeyen bir yer ama ‘Eksiklerimize gelip bakın’ deyip, onlar tespit etmiş. ‘Sen bunu niye görevin olmasa da bildirmedin’ diyor. Bu konuda insanların içinde bir şüphe varsa, bir eksik varsa bu da sorgulansın. Ama esas, kapıda bu kadar yazıyor, ‘Turizm Bakanlığı’nın denetimine tabidir’ diye. Turizm Bakanlığı’nın orada hesap vermekten kaçması, Turizm Bakanı’nın kendisinin istifa etmemesi olacak iş değil. İşin daha kötüsü Turizm Bakanı geçen hafta 50 metrelik yatıyla misafir ağırlıyordu Ege adalarında. Bugün de bir gazetede gördüm. Bodrum’a çekmiş, lüks otelin önüne çekmiş, oradan takip ediyor. Olacak iş değil. Aileler çok tepkili. Kızını ve torununu kaybetmiş bir Manisalı hemşerimle birlikte oturduk. Benimle Anahtar Parti’nin Sayın Genel Başkanı arasında oturdu anne. O, kendi kendine konuşuyor, anlatıyor haklı olarak isyanını ve insan gerçekten insanlığından utanıyor; bu yaşananlardan sonra insanlığından utanıyor. Biz yakından takip edeceğiz. Yargılanması gereken herkesin yargılanması için verilen mücadeleye destek vereceğiz. Adil bir yargılanma olması için, sonunun Soma gibi olmaması için mücadele edeceğiz. Çünkü bugün orada söyledim. Soma’da ilk gün her aileden bir kişi alındı. Her partiden birkaç milletvekili alındı. Çünkü 300-400 kişilik salona sığmak mümkün değildi. Kapıda da beş kilometre kuyruk vardı, istasyona kadar Akhisar’da. 80 küsür davaya gittik. İlk gün herkes ‘Unutursak yüreğimiz kurusun’ diyordu. Son gün 150 kişiydik içeride karar açıklanırken, dört- beş sene sonra. Adamlar beşer buçuk gün yattılar. Şimdi birisi Dikili Bademli’de geziyor, birisi Ayvalık’ta geziyor. Yani bütün o güya 301’er kez müebbet hapis alması gerekenler, Yargıtay’ın öyle bozup geri yolladığı ama yollatmadan tutup heyeti değiştirip, AK Partililerin, eski bakanların getirilip de bozulan kararla böyle Soma’da vicdanları kararttılar. Burada onun olmaması için mücadele edeceğiz hep beraber.”

“PARA HIRSI VE DENETİM EKSİKLİĞİ”

(Soma katliamıyla Bolu Kartalkaya davası arasında paralellik olup olmadığı hakkında) “Altı ay önce ben şöyle bir araştırma önergesi vermiştim; ‘Klasik denetim yöntemleri işlevsiz kalıyor. Meclis araştırsın bunu’ demiştik. Çünkü orada da aslında evrak üstünde baktığınızda denetim yapılıyordu. Hatta şöyle bir şey var. Tutanaklarda vardır o Soma Komisyonu’nun. O madene hangi müfettişin geleceğinden daha müfettişe söylenmeden madenin haberi oluyormuş yazıldığında. Gelen kişinin durumuna göre. İçki içiyorsa Ayvalık’ta ‘rakı, balık, Ayvalık.’ Muhafazakar biriyse ona göre ağırlama. Milliyetçi biriyse ona göre birisiyle. Orada tabii o dönemin kötü sendikacıları da bu işte çok günah sahibi. Mesela madende bir alet çalışacaksa bir kere elektrikli olacak ve akü dışarıda şarj edilmiş olacak. Bunlar içeride benzinli araçlar çalıştırıyorlar. Araç, müfettiş gelmeden önce bir kuyu kazıyor kendine, kendini geri geri oraya sokuyor. Önünü örüyorlar. Müfettişten benzinli, mazotlu araçları gizliyorlar falan. Böyle işler var. Burada da kağıt üzerinde bir denetim yapılmış. Yapan; Turizm ve Kültür Bakanlığı. (Faciadan da bir ay önce kadar.) Bir ay önce. Tam bir felaket yani yapılan iş. O yönüyle benzer. Diğer tarafıyla işverenin para hırsı. Öbür tarafta da bu Soma’da ‘Bu havalandırma etmez’ deyip havalandırma projesi getirmişler. Para hırsından dolayı yapmamış, daha çok kar etmek için. Burada da ‘Sezon geçsin ondan sonra bakarız’ demişler. İşte söndürme, o fıskiyeleri yapmamışlar. Bugün ilk sanık oydu. Soruyor, ‘Ben bu firmanın öbür otelinin genel müdürüyüm’ diyor. Orada bir avukat akıllılık yaptı. Aslında tabii hakim kızdı biraz. Konuya dahil değil ama meselenin özünü kavramak için çok önemliydi. Dedi ki ‘Senin otelde var mı söndürme?’ ‘O gün yoktu’ dedi. ‘Peki senin otelde şu var mı?’ ‘Yok.’ ‘E senin otelde olsaymış senin otel de yanacakmış.’ Diyor ki ‘Benim suçum yok, ben öbür otelin genel müdürüyüm.’ Tamam hakikaten belki buradan tamamen sorumlu tutulmaz da aynı ailenin başka yerde oteli var. Oranın genel müdürü ‘Benim alakam yok’ diyor, aynı eksikler orada da var. Öyle korkunç bir şey. Para hırsı, denetim eksikliği ve bir kusur eksikliği var tabii. Almanya iş kazalarında ölüm oranının en düşük olduğu ülkelerden birisi. Almanya’da üç-dört yaşında yuvaya gidince çocuğu ev kazalarından koruma eğitimiyle başlıyorlar. Ortaokulda, lisede, zaten artık mesleğe yönlendirilince başlıyor ve hem eğitim hayatı boyunca hem de işçiliği boyunca sürekli iş kazaları konusunda eğitim alarak, o eğitimleri tamamlayarak sınavlara giriyorlar. Onlarda 130 yıldır madende kimse ölmüyor. Bizde bir seferde 301 kişi.”

“NASIL BÖYLE BİR HATA YAPILDI?”

(Kuzey Irak’ta metan gazı sonucu 12 askerin şehit olmasıyla ilgili) “Açıkçası benim doğrudan kendime ait bir bilgim, bulgum yok. Ancak bu işi bilen herkes söylüyor ve meseleyi böyle sakince dinleyen herkes de aynı şeyi düşünüyor. Bir kere şu anda işte ‘Terörsüz Türkiye’ mi dersiniz, bir sürecin içinde Türkiye ve PKK’ya operasyon yapılmıyor. PKK da bir geçen dron saldırısı filan bir şey oldu ama çok istisnai bir şeydi. Onun dışında orada bir operasyon yapma, Mehmetçik’in saldırı altında olması gibi filan bir yer yok. Üç sene önce bir üsteğmenimiz şehit olmuş. Orada hastane olarak kullanılan bir mağarada bulunduğu ve daha sonra herhalde orada defnedildiği düşünülüyor. Onu bulmak için gidiyorlar. Tabii ki şehidin naaşına erişmek çok önemli bir şey. Ama içeride kimse yok, dışarıda kimse yok söylendiğine göre. Metan gazının olma ihtimalinin çok yüksek olduğu bir yer. Bu işi en iyi bilenlerin orada olması lazım. Bir kişinin maskelerle, ölçüm cihazlarıyla girmesi, dışarıyla ‘Telsiz bile değil’ diyorlar, patlayabilirmiş. Kablolu bir bağlantısıyla girip ölçüm yapması gerekiyormuş. Ölçen cihaz dışarıda, kablo, ölçecek cihaz içeride. Ondan sonra kendisinin iletişiminin, telefonunun kablolu olması gerekiyor. Metan varsa patlayabilir, beşin üzerindeyse. Birin üzeri tehlikeli. Bizde 19 kişi birden hep beraber girmişler. Benim aklıma şu geldi. Devlete emanet 19 tane civciv ölse hesabını sorarsın ya. ‘Sen koskoca devletsin, bu 19 civciv niye öldü?’ dersin. 19 aslan parçası, gidiyor, 12 şehit oldu. İnşallah rakamlar artmaz. Dörder dörder arttı, gün boyunca de endişe ile bekledik. Çok kahredici bir şey. Tabii tahkikat yapılması önemli. Ama böyle bir devirde bu kadar tecrübeli bir ordu, bu kadar tecrübeli kara kuvvetleri, nasıl böyle bir hata yapıldı? Yani boşu boşuna. Zaten kayıplar verdik. Dünya kadar kaybımız var, şehitlerimiz var. Ama böyle bir meselede böyle bir tedbirsizlikle olması… Tabii onun dışında da bir sürü başka ihtimal söyleniyor. Biz devletin yaptığı resmi açıklamayla bağlıyız. Diyorlar ki ‘metan gazı’, işte o soruşturmanın sürmesi lazım. Ama biz de Meclis zemininde bu işin soruşturulması için girişimlerde bulunacağız cenazeler kalktıktan sonra. Arkadaşlarımız elbette soru önergeleri filan ve araştırma komisyonunu; konunun uzmanlarından, konuya yakın milletvekillerinden, uzmanlıkları o konuda olan milletvekillerinden oluşacak bir komisyonla, Milli Savunma Komisyonu’ndan üyelerimizi veririz. Mutlaka Meclis eliyle de bakmak lazım bu işe.”

“ÇOK BÜYÜK BİR İHMAL VE HATA VAR”

(Usül, yöntem kapsamında ihmal veya kasıt olup olmadığının sorulması üzerine) “Bana raporlanan şu; çok büyük ihmal, olmayacak bir hata. Nasıl olduğuna işi bilen kimsenin inanamadığı bir büyük ihmal ve hata var. ‘Boşu boşuna öldü çocuklar’ diyorlar. Bir kere bu mağara operasyonları yapıldığı için, bir de bunlar şöyle oluyor mesela. İçeride terörist oluyor, bombalıyorlar, çatışmalar sürüyor. Bir süre sonra içeride bombalar patlamış veya başka tedbirler alınmış olabilir. İçeriye tam teçhizatlı, önden bir kişi, onun da güvenliğinden emin olunduktan sonra özel kıyafetlerle biraz önce söylediğim gibi elinde bir ölçüm cihazı ama kablosu dışarıda… Alev üretmemesi için. Kendisinin telefonunun dahi kablolu olduğu, oksijen maskelerinin olduğu, yanlış bir terim de söylemeyeyim ama oksijen diye hatırlıyorum. Oksijen maskelerinin mutlaka olduğu, arkada hava tüplerinin olduğu… ‘Bir kişi girip içerisinin güvenli olduğunu tespit etmeden kimse girmez oraya’ diyorlar. Dedim ‘Belki teçhizat yok.’ ‘Bekleyeceksin’ dediler.’ Ankara’dan gelir o. Ki ‘vardır’ dediler. O bölgenin özelliği zaten mağaralara operasyon yapıyorlar. Mağara mağara geziyorlar. E nasıl oldu bu 19 kişi girdi? Kimse nasıl olduğuna anlam veremiyor. Bana söylenen bu. ( Şehitleri de madenciler çıkardı. Burada belirgin bir hata var demek ki.) Herhalde o oksijen maskeleriyle, hava tüpleriyle girdiler. Çıkardılar şehitleri de. Ama bir büyük ihmal var, bunun enine boyuna soruşturulup, sorumlularının cezalandırılması lazım.”

“KAVGADA YUMRUK SAYACAK DURUMDA DEĞİLİZ”

(Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında açılan soruşturma, Cumhurbaşkanı’nın açtığı tazminat davası ve fezlekelerle ilgili) “Şimdi bugünkü açıklamayı söyleyeyim. Yani kinaye değil aslında. Gerçekten. Zaten böyle bir soruşturma açılması beklenir. Çünkü açılmayana soruşturma açıyor adamlar. Bana soruşturma açmasa, dese ki ‘Genel Başkan ifade özgürlüğü’ veya Erdoğan için; kendisi de bir siyasetçi. ‘Siyasetçi ağır eleştirilere de tahammül etmek zorundadır.’ Anayasa Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı. O böyle bir yorum da yapıp, ‘Gerek yok, açmayacağım’ dese zaten savcıyı sürerler. Ama burada benim memnuniyet duyduğum kısım şu: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı… Telaşlarından da belli. Pazar günü akşam saatlerinde soruşturma açtı. Neden? Pazartesi sabaha bıraksa biliyor ki Akın Gürlek açacak İstanbul’dan. Memnuniyet duyduğum konu şu: Akın Gürlek’in yetkisinde değil. Ümit Özdağ’ın Antalya’daki konuşmasından dolayı Ankara’da gözaltına alınması, Antalya Cumhuriyet Başsavcısı’na da hakarettir, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’na da hakarettir. Kayseri’deki mevzudan dolayı gidip tutuklama yapması, Kayseri Cumhuriyet Başsavcısı’na hakarettir. Adamda bir kibir var. Bir şımartılmışlık var. Diyor ki ‘Ben özel yetkiliyim.’ Yetki nereden? Beyefendiden. Yok öyle bir şey. Kanunla verilmeyen hiçbir yetkiyi kimse kullanamaz. Anayasanın amir hükmü. Ama bu majestelerinin savcısı olduğu için her yerde yapıyor. Şimdi ben biliyordum ki pazartesi günü öğle olmadan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bana bir soruşturma açar. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı çok iyi yapmış. ‘Benim bölgemde oldu’ demiş. Bakmış. Sonuçta hani infazıma da karar vermedi, soruşturma açıyor. Soruşturmayı açmış. Hiç olmazsa kendisini o Akın’a ezdirmemiş. İşin bu kısmını değerli görüyorum. Onun dışında kavgada yumruk sayacak durumda değiliz. Her gün bir soruşturma açıyorlar, bir dava açıyorlar. Geçen gün de 500 bin liralık AK Parti dava açmıştı biliyorsunuz. O davayı kazanmışız. Tabii biz AK Parti’den bir şey almayacağız ama avukatımız alacak. Avukatıma dedim ki ‘AK Parti’nin parası herkese nasip olmaz. Onlar herkesin parasını, hakkını yerler. Sen bu vekalet ücretini en iyi şekilde değerlendir. Herkese nasip olmaz.’ Vakti zamanında Hulusi Akar, 500 bin açtı böyle. Aylarca konuştular. O davayı da kazandık. Erdoğan’ın açtığı bir dava vardı, 250 bin liralık. Onu da kazandık. Kaybettiğimiz de oluyor bu yargı düzeninde. Ama hiç değilse yine kazandığımız davalar oluyor. Çünkü mahkemeler ilerledikçe; İstinaf’a, Yargıtay’a gittikçe, kıdemli ve gerçekten hakimlik motivasyonu olanlara denk geldiğinizde bakıyor, ‘Bundan da ceza olur mu?’ diyor. Ama AK Parti’nin gençlik kollarında yetişmiş, kendisi serbest avukatken, 15 Temmuz sonrası çıkarılan o yasayla AK Parti Gençlik Kollarından kürsüye çıkarılmış arkadaşlar var. O zaman hiçbirimizin gözünün yaşına bakmıyorlar.”

“‘GÖZE ALIRSA BUNUN DA BEDELİNE KATLANIR”

(Fezlekelerle alakalı olarak dokunulmazlığınızın kaldırılmasını göze alır mı iktidar?) “Bu başka bir faz. Yani her şey beklenir. Göze alırsa, bedeline katlanır. Bunun da bir maliyeti olur. Ama pek çok maliyete katlanıyorlar. Bu maliyete de katlanmayı göze alabilirler. Bütün dünyanın gözünün önünde ana muhalefet partisini, son yerel seçimleri kazanmış, 47 yıl sonra birinci parti olmuş partiyi, hem de seçimden sonra gidip kendisine ‘Senin yaptığın gibi yapmayacağız. Biz birinci parti olduk. Bir diyalog zemini oluşsun, Türkiye’yi kavgasız yönetelim. Birbirimize hakaret etmeyelim’... Neredeyse bir yıl süreyle ne Erdoğan bana, ne ben ona hakaret davası açmadık. Çünkü hakaret etmedik. Bana ‘Ne yapıyorsunuz?’ dedi, ‘Normali bu’ demiştim. ‘Normalleşme’ demişler, Erdoğan, ‘Yumuşama’ filan dedi. Ama herkes bilsin ki milletin bize, yetkiyi verip de ‘Belediyeleri yönet, sen birinci parti oldun, sen artık baş oldun ve akıllanması lazım yönetenlerin bambaşka olması lazım.’ Böyle bir öğüdü var, Türkiye’de bu toprakların, devlet geleneğinin, Şeyh Edebali’nin Osmanlıyı kuran evladına, öğrencisine. ‘Bundan sonra kızdırmak bize, kızmamak sana’ demiş. Birinci parti olmuşum. ‘Bugüne kadar siz yapmadınız, bana düşer’ dedim. Gittim, ziyarette bulundum, çaylarını içtim. Gelmek istediler. Buyur ettik, davet ettik, en iyi şekilde ağırladık. Türkiye Belediyeler Birliği’ni kazandık. ‘Oyunuz nispetinde delege verin’ dedik. Onlar bize hiç vermediği halde. Belediyeler Birliği’ni yönettik. Belediyeler Birliği kaynaklarından, belediyelerinin gücü nispetinde onlara da yararlandırdık. 20 yıldır bize toplu iğne vermedikleri halde. Ama onlar ne dedi? ‘Bu normalleşme CHP’ye yarıyor. Bu diyalog zemini…’ Yani siyaseti siyasete yakışır biçimde yapmak. ‘...CHP’ye yarıyor. Bunu bozalım.’ Neyle başladılar? Teğmenlerle başladılar. Neyle başladılar? Akın Gürlek’i atayarak. Savaş ilan ettiler bize. Suçsuz, günahsız…”

“BİZİMKİLER İÇERİDE YATACAK, BU ‘SÜREÇ SÜRECİ’ SÜRECEK”

“Bugünkü sürece bir şeyim yok, sonuçta Cumhuriyet Halk Partisi barış olsun ister, terör bitsin ister, Türkiye hem demokratik olsun, hem terörsüz olsun ister. Terör örgütünün başıyla aylardır devlet görüşüyor. Bizi suçluyorlar ki ‘Siz DEM ile görüştünüz.’ DEM’in deyimiyle ‘Kent uzlaşısı…’ CHP’nin deyimiyle ‘...İstanbul ittifakı yaptınız.’ Ki meselenin özü de şu: DEM bir karar vermiş, bir tanımlama yapmış. ‘Seçim kazanacağım yerde kazanırım. Kazanamayacağım yerde AK Parti’ye kaybettiririm demeyeceğim bu sene’ diyor. ‘Adaylara bakacağım. Kente karşı suç işlemeyecek, rüşvet yemeyecek, temiz yönetecek, bana ayrımcılık yapmayacak adaylar gösterilirse o adayı desteklerim’ diyor. Benim adayım; Ahmet Özer mesela. Kendisi de bir Kürt. Zaten herhalde en büyük kusuru da o. Bir de Esenyurt’u kazanmak AK Parti’ye karşı, her iki kişiden birinin oyunu alarak. Ben de Ahmet Özer’i aday göstermişim. DEM de bakmış, ‘Kent uzlaşısına uygun. Oy veririm’ demiş. Bir de belediye meclis üyesi, eski DEM’li veya DEM’li bile değil herhalde oradaki. Bazı yerde önceden DEM üyeliği olanlar. Kürt siyasi hareketinden destek alabilecek, Kürt seçmenin itibar edebileceği isimler bulmuşum, koymuşum ilçelere birer kişi. Onları yönetime dahil etmişim. Bunu ‘suç’ diye yazıyor. ‘Kürtlerin’ diyor, ‘Batıda belediye kazanamayacakken belediye meclislerine yazılarak yönetime söz sahibi yapılmaya çalışılması suçu.’ Yani suçumuz bu. Öbür tarafta devlet Abdullah Öcalan ile görüşüyor. Orada bir şey yok ama bu tarafta belediye meclisinde bir Kürt kondu diye. DEM ‘Kent uzlaşısı’ diyor, biz ‘İstanbul ittifakı’,‘Esenyurt ittifakı’ diyoruz. Benim Belediye Başkanım Ahmet Özer, 251 gündür tutuklu. Kent uzlaşısından 10 belediye meclis üyem tutukluydu, halen daha öyle. Yanılmıyorsam 14 Eylül’e davaları kaldı. HDK; Halkların Demokratik Kongresi’ne katılmışlar DEM’deyken veya değilken. ‘HDK, terör örgütü değildir. HDK kongredir, kimseye zararı yoktur’ diye İzmir Ağır Ceza Mahkemesi’nin İstinaf’ta onaylanıp, kesinleşmiş kararları var. Ama bizimkiler içeride yatacak, öbür taraftan hala daha bir ‘süreç süreci’ yürüyüp gidecek.”

“BİTİRMENİN BEDELİ VAR DİYE ÖNCE TEĞMENLER…”

(CHP’nin oyları yükseldiği görüldüğü için mi başladı?) “Ondan hiç şüpheniz olmasın. Hani sesler kaybolmuyormuş da atmosferde bir yerde duruyormuş ya. Diyorlar ki ‘İleride bir gün bir teknoloji gelecek, bütün sesleri atmosferden geri getireceğiz.’ Şu sözü duyarsınız o gün: Erdoğan’a demişler ki ‘Anketlerde CHP, birinci parti.’ Erdoğan bunu hazmedemiyor. ‘Haydi’ diyor, ‘Yerel seçimde hata yaptık adayında, osunda, busunda.’ Kendi özeleştiri süreçlerinde. ‘...Bu adamlar hala birinci parti.’ ‘Efendim normalleşme onlara yarıyor’ diyor. ‘Ama bitirmenin de bir bedeli var’ diyor. ‘Bitirmeyin, bitirtin.’ Erdoğan da normalleşmeyi bitirtmek için önce teğmen… Hatta daha önce başka bir yerden bir arıza çıkardılar. Onu anmak istemiyorum. Olmadık birini aktörleştiriyoruz. Teğmenler, önce ‘36 teğmeni atacağız’ dediler, bilmem ne, ıvır zıvır. Ondan sonra iş döndü, dolaştı geldi. En nihayetinde 9 Ekim’de Akın Gürlek’i görevlendirdikten sonra, hem de siyasi bir makamdan, bakan yardımcılığından… Bunu da bıkmadan, usanmadan söylüyorum. Anayasamız der ki ‘Bir hakim ve savcı kürsüden ayrılıp siyasete giderse geri gelemez.’ Akın Gürlek kürsüden ayrıldı, hakimlikten. Nereye gitti, bakan yardımcılığına. Ama Anayasa yazıldığı vakit bakan yardımcılığı yokmuş. Oraya şey yazdı, ‘Milletvekili adayı olmak, milletvekili olmak’ filan. Bakan yardımcılığı yazmıyor diye Anayasa’da kendileri eksik bıraktılar diye fırsattan istifade getirdi. Buz gibi siyasi, neden? Ne diyordu Erdoğan? ‘Bakan Yardımcılarım devletle teşkilatım arasında köprü olacaklar, siyasi boşluğu tamamlayacaklar.’ Bülent Turan öyle değil mi mesela? Son derece de iyi yapıyordur işini. Çünkü siyasetçi adam. Diğer bakan yardımcılarına bir bakın. Ekseriyeti siyasetçi, olmayan da olmaya çalışıyor. Siyaset dışından bakan yardımcısı bile olsa, bakıyorum tweetlerine filan AK Partili olmaya çalışıyor adamlar.”

“YENİ FAZA GEÇTİLER, YOL HARİTASI BELİRLEYECEĞİZ”

“Akın Gürlek buz gibi AK Partili siyasetçiyken, geldi İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı oldu başımıza. O günden beri yapmadığı kötülük kalmadı. O yüzden bu meselede dün Parti Meclisi toplantımız vardı. Bugün önce il başkanlarımızla, akşam üstü 16.00’dan beri de milletvekili grubumuzla toplandayız. Perşembe günü 410 belediye başkanı gelecek. (Belediye başkanları geliyor yani?) Doğru, doğru. Hepsi geliyor. Bu salonda toplanacağız. (Ne konuşacaksınız?) Her şeyi, ne konuşmamız gerekiyorsa onu. Zaten ara ara yapıyoruz öyle konuşma. (Belli bir karar alacak mısınız?) Şu anda partinin yetkili organlarından, ayrıca milletvekili grubumuzdan, il başkanlarımızdan, partinin siyasetini birlikte tartışmamız gereken herkesle neredeydik, nereye geldik, neler oldu, bundan sonra neler olabilir ve ne yapmalıyızı konuşuyoruz. Belediye başkanlarımızla da bunu konuşmak istiyoruz. Geçen cumartesi günü bir MYK ile başladık biliyorsunuz. Pazar günü PM. Bugün il başkanları ve milletvekili grubu. Grup toplantıları olduğu için salı meşgulüz. Çarşamba günü sabahın erken saatlerinde buraya 410 belediye başkanımız gelecek. Devamında perşembe akşamı tekrar MYK yaparak bir yol haritası belirleyeceğiz. Çünkü yeni faza geçtiler. Bizim de yeni fazlara geçmemiz lazım. (CHP’den sert bir karar, beklenmedik bir tavır gelme ihtimali var mı?) Stratejik kararlar, yeni tavırlar, biraz vadeli ama etkili kararlar olabilir. Ama esas Cumhuriyet Halk Partisi kararlı mücadelesinden geri adım atmayacak. Özellikle söz alan herkes lafa şöyle başlıyor: ‘Millet bizden razı, üyeler bizden razı. Verilen mücadeleden herkes memnun. Acı çekiyoruz. Bedel ödüyoruz. Arkadaşlarımız içeride. Ama millet bizi anlıyor.’ Ben Cumhuriyet Halk Partisi’nde 14 yıldır milletvekilliği yapıyorum. Yıllardır siyaset yapıyorum. Partinin hem tabanının bu kadar konsolide, hem seçmeninin oyunu bu kadar helal ettiği bir dönemi daha önce yaşamadık. Sakın, bunu kendime mal etmek için değil…. Bu bir bütün; milletvekiliyle, Parti Meclisi’yle, il başkanlarıyla… Hele hele 81 il başkanının bütün kritik süreçlere birlikte yaptıkları müdahalelerle ve Parti Meclisinin çok sık toplanmasıyla. İki ayda, üç ayda bir toplanan Parti Meclisi’nin icabında iki ayda 14 kere toplanmasıyla. Genç, dinamik, kadınların söz sahibi olduğu, gençlerin söz sahibi olduğu kadrolarıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin ortaya koyduğu bu mücadele hattı milletten takdir görüyor.”

“ŞEHİRLER TARİHTE BU EYLEMDE YER ALMIŞ OLMAK İSTİYOR”

“Mesela biz mitingleri Saraçhane’den köprüyü geçip Maltepe’ye götürdüğümüzde, ‘Buradan sonra ne yapacaksınız?’ denmişti. ‘Yürür mü, olur mu?’ Biz dedik ki ‘Her hafta sonu bir ilde, her çarşamba bir ilçede.’ Şu anda Cumhuriyet Halk Partisi’nin her mitingi yapıldığı şehrin, tarihin en görkemli mitingi oluyor. İşte Amasya. Herkes söylüyor. Tarihin ilk gece mitingi. Gündüz dahi böyle bir kalabalık toplanmadı. Hiçbir parti toplayamadı. Yozgat’ta yaptığımız miting kendimiz açısından çok anlamlıydı. Tayyip Bey’in son yaptığı mitinglerde kızdığı, ‘Ya burası niye baş kalmış?’ dediği yeri ‘Kızmayın’ dedim, ‘Doldurdu Yozgatlılar. Siz öyle kızıyorsunuz diye. Ama biz gidince doldurdu.’ Bayburt’taki miting Cumhuriyet Halk Partisi açısından inanılmaz bir mitingdi. Amasya, son miting şahaneydi. Hatta bugün Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Ensar Aytekin, bilgilendirme de yaptı. Benden önce il başkanlarıyla. Ben sabah Bolu’daydım. Onlar 11.00’de başladı, ben 14.00 gibi yetiştim. Orada öğleye kadarki kısmı izledikten sonra ayrıldım. ‘Ne yaptınız?’ dedik. ‘Ocak ayına kadar mitingler doldu’ dedi. İl başkanlarının talepleriyle, taslak programda ocak ayına kadar mitingler dolu. İl başkanı şöyle yapıyor. Mesela beni mayıs ayında davet etmiş. Ben demişim ki ‘Sana yazın gelelim.’ Sonra başka bir şey girmiş araya. ‘Yaktın beni Genel Başkanım’ diyor, ‘Hani miting olacaktı? İl başkanları kendi ilinde miting yapılması için birbiri ile mücadele ediyor. ‘Bizi de alın, olmayacaksa cumartesi oraya gitmişken, pazar bize gelin. Çift miting yapalım, biz aradan çıkalım…’ Çünkü üye ve şehir, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu 19 Mart darbesine direnen miting görünümlü eylemlerini çağırıyor. ‘Gelin, bu eyleme bizi de dahil edin’ diyor. Tırnak içinde; bir siyasi partinin mitingi böyle popülerleşmez. Bu resmen bir eylemlilik ve o eyleme dahil olmak istiyor. Tarihte o eylemin bir yerinde yer almış olmak istiyor. Kendi ilinde bu olsun istiyor. Bayburt niye o kadar ısrarlı istedi? Efendim Gezi’de eylem yapmayan tek il diye kötü bir sicil oluşmuş, birileri hep böyle söylüyormuş. ‘Aman burada erken gelin’ dediler, ‘Hiç olmazsa burada geride kalmayalım.’ Bir gittik, 890 oy almışız, 15-20 bin kişilik mitingle muhteşem bir karşılama yaptılar.”

“O İNSANLARA BEN DE BORÇLUYUM, EKREM BAŞKAN DA BORÇLU”

(Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Birlikte siyaset yapalım’ çağrısı ile birlikte son operasyonların sürmesine hakkında) “Tabii siz o kadar iyi niyetle anlattınız ki. Duyan da diyecek ‘Özgür Özel bu çağrılara niye karşılık vermiyor?’ Bana ‘Gel memleket meselelerini konuşalım’ filan demiyor. Onu dediği anda ben de giderim, o da gelir. Oturulur, konuşulur. Memleket meselesi dediğin; örneğin ‘Terörsüz Türkiye’ olarak Devlet Bey’in söylediği, bizim ‘Terörsüz ve Demokratik Türkiye’ diye beklediğimiz meseleden tutun da desin ki ‘Emeklinin durumunu iyileştireceğim.’ Vallahi koşa koşa giderim. Desin ki ‘Asgari ücret konuşalım’, giderim. (Anayasa için) ‘Anayasa’ filan da demiyor. Anayasa meselesini ayrıca konuşalım. Bana diyor ki ‘Ekrem’i bırak, sokaklardan çekil. Ankara’ya gel, Ankara merkezli siyaset yap. Partinin başında otur.’ Bir yanda bir kere tehdit var. Diyor ki ‘Gezersen partinin başında kalamazsın.’ İkincisi, ‘Ekrem’i bırak’ dediği… Ben nereye bırakıyorum? ‘Ekrem’i bırak’ dediği adamın arkasında 15,5 milyon insanın 23 Mart günü kullanılmış oyu var. Hem de öyle resmi, duyurusu yapılmış, devletin her okula, her camiye sandık kurduğu, oy vermemenin cezaya tabii olduğu bir gün de değil. 15,5 milyon, elinde iki bastonlu 93 yaşında teyze, mitingde de gösterdim, merdiven çıkıyor, ‘Ekrem’ime oy atacağım’ diye. Ya da karnında üç aylık bebesiyle, daha doğmasına altı ay var bebeğin, ‘Evladımın geleceği için geldim’ diyen anneye ben de borçluyum, artık Ekrem Başkan da borçlu. Bana diyor ‘Ekrem’i bırak.’ 15,5 milyon insan bir pazar günü gitmiş ve bir darbeye karşı irade koymuş. O günü hatırlayın, hepimiz yaşadık. Türkiye’nin bütün sokaklarında bir şey oluyordu böyle. Görülmedik kalabalık. Kuyruklar, kilometrelerce kuyruklar. Bu vakitten sonra kim bırakıyor Ekrem’i? Öyle bir şey zaten mümkün değil. Bugün Ekrem İmamoğlu’na sırtını dönen, millete sırtını döner. Bunu görmüyor muyuz biz? Bilmiyor muyuz? Bir kere bunu görmek lazım. Öyle mesele ‘Ekrem İmamoğlu ile Özgür Özel eski arkadaş, ekip arkadaşları, birlikte ‘değişimciler’, o onun genel başkanlığını destekledi, o onun Cumhurbaşkanlığı’nı’ değil. Öyle olmasın diye zaten biz ‘Bütün üyelerle ön seçim yapalım’ dedik. Tayyip Bey araya girip Akın Gürlek üzerinden o güne Ekrem İmamoğlu’nu 19’unda tutuklayınca ‘Dayanışma sandığı’ dedik. Bu sefer millet geldi ve el koydu mevzuya. Yani artık milletin adayı. Ne Özgür’ün, ne CHP’nin adayı; milletin adayı.”

“O OYUNA GELİR MİYİM? O DÖNEMLER GERİDE KALDI”

“O yüzden Tayyip Bey’in yaklaşımı, şantaj ve tehdit içeriyor. İkide bir böyle şeyleri. ‘Asgari ücreti artıracağız, emekli maaşını artıracağız’ desin. Nereye çağırıyorsa gider, konuşurum. O başka bir şey. Ama bu yaptığı çağrı siyasi ahlaklı bir çağrı değil. O partiyi bölmeye, Ekrem İmamoğlu ile beni ayırmaya veya partinin önceki Genel Başkanı ile beni karşı karşıya getirecek cümleler kuruyor. Takip ediyorsunuz işte. Dönüyor Kemal Bey’e, onu küçük gören cümleler söylüyor. Dönüyor bana, Kemal Bey’in döneminin daha iyi olduğunu, benim beceriksiz olduğumu söylüyor. Aramızda bir şey çıkaracak oradan ve partiyi bölmeye. Neden? Kendi partisinde bir yere gelemiyor. Artık sırtını döndüğü asgari ücretli, emekli, ev kadını, çiftçi, esnaf buna oy vermediği için düşmüş yüzde 30’ların altına. Yüzde 29’lara düşmüş. Bu sefer ne yapacak? Kendi partisinde bir yere getiremiyor vatandaşa bir umut söyleyerek. Bizim partinin içini karıştırmaya çalışıyor. Ben o oyuna gelir miyim? O oyuna geldiğin anda Tayyip Erdoğan o dakika kazanır. Yoksa onun dışında memleketin sorunu için çağırma diye bir şey yok. Hiç öyle bir şey yok. Oradaki bütün o çağrılar, bilmem neler, kendince siyaset mühendisliği. Ama o dönemler geride kaldı. Yani 23 yıldır kazanıyor. Her şeyin bir sonu var. Bak, bu sefer biz kazandık. Ne oldu? Altın kemeri takıyordu kendince, sanki her şey sandıktan ibaretmiş ve onun dışında hiçbir şey yok. O günden önce yaptığı her şeyi ibra ediyor. O günden sonra yapabileceği her şeye meşruiyet tanımlıyor. ‘Ben seçildim, ben yaparım.’ Şimdi ben seçildim kardeş, ne olacak? Ne olacak, son seçimin galibi biziz. Yıllardır bunun ekmeğini yiyorsun. Şimdi saygı duyacaksın. Saygı duymuyor, saldırıya geçiyor. Sorun burada.”

“DAVA SONUÇ ODAKLI OLMAZ, PARTİYİ TARTIŞTIRMAYA BAKACAKLAR”

(Şantaj ifadesiyle kurultay davasını mı kastettiniz?) “Birçok şeyi.” (O da zaman ayarlı bir dava olarak ilerliyor sanki.) Ben bugün arkadaşlarla konuşurken de söyledim. İlk günkü tespitimin arkasındayım. Sonuç değil, süreç odaklı bir davadır. Açıldığı gün söyledim. (8 Eylül’e bırakılarak ne amaçlandı?) Orada bizim avukatların da bir boşluğuna gelmiş. Biz ona itiraz ettik, hakim de uygun görmüş. Daha ileri bir tarihe alınıyor şimdi. 15’ine. Bizim tüzüğümüzde bir değişiklik yaptık biz. 4-9 Eylül bizim kuruluş haftamız ve 4-9 Eylül arasını geçen sene Tüzük Kurultayı’yla geçirdik. Bu sene de belki Program Kurultayımız olur, programımızı resmileştiririz. 4-9 Eylül arası önceki genel başkanlarımızla. Geçen dönem de Tüzük Kurultayı’na katıldılar, geldiler. Önceki dönem milletvekillerimiz ve mevcut milletvekillerimizle, partinin seçilmişleriyle hem geleceği konuştuğumuz, hem geçmişi konuştuğumuz bir kuruluş haftası. O haftada dava mı olur? ‘Avukat arkadaşlar niye düşünmedi?’ dedim. ‘O telaşla düşünememişler’ dediler. Sonra mahkemeye başvurmuşlar, o da ‘Şöyle olursa olur’ demiş. Bir şekilde çözülmüş. Bir ileri tarih verecekler. Çok değil, bir hafta öne de alabilirler. Ben dedim ki ‘Maksat erteletmek değil, sakın öyle düşünmesinler. İstiyorlarsa öne alsınlar.’ Ama o hafta da olmasın. Ayıp bir şey yani. Bir partinin kuruluş haftasında mahkeme olur mu? Zaten hakim orada soruyor, ‘Şu tarihe koyalım mı?’ Avukatlar ortak tarihe karar veriyorlar. Neyse bu bir detay. Ama esas söylemek istediğim mevzu şu. Sonuç odaklı olamaz. Olursa bütün sistemi allak bullak eder. Zaten bunu diğer partilerin de temsilcileri söylemeye başladı. Zaten seçim hukuku, itiraz hukukudur. İtirazlar karara bağlana bağlana nihayete erer ve kesinleşir. ‘Yüksek Seçim Kurulu’nun kararı kesindir’ der. Zaman zaman işte Anayasa Mahkemesi’ne gidersin, o bile bakmaz. Yüksek Seçim Kurulu’nun kararı kesin. Tam kanunsuzluk iddia edilecekse de o da YSK’da görüşülür. Zaten iddia edildi ve reddetti. Şimdi sen bundan sonra bir partinin YSK’nın kesinleştirdiği seçimine başka bir şey yapıp, tam kanunsuzluk, butlan, kayyım filan yapmaya kalkarsan Türkiye’de hiçbir seçim kesinleşmez. Bir deliyi, meczubu bulursun, bir ifadeyi verdirirsin ve bir mahkemeye davayı açtırırsın, bir Asliye Hukuk Mahkemesi’ne; her seçim tartışmalı hale gelir. Bilmiyorum, ‘YSK Başkanı’nın bir açıklaması var’ dediler ama gözümle görmedim. Ama YSK AK Parti Temsilcisi, CHP Temsilcisi, DEM Temsilcisi aynı şeyleri açıkladı. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, YSK’nın temyiz mercii gibi çalışması mümkün değil. Doğru da bir şey değil zaten. Ama mesele partiyi orada tartıştırmak. Ben mahkeme başkanını da kötü niyetli bulmuyorum. Tanımıyorum ama birileri gidip Asliye Hukuk’a mahkeme açabilecek gibi açıp da yapınca, ne yapsın adam? Onu sunuyor, bunu sunuyor. Senin sunduğunu da alıyor. Mümkün olduğu kadar o işi uzatmaya bakacaklar ve partiyi tartıştırmaya bakacaklar. Öyle bir derdimiz yok bizim yani.”

“BAZ KAYDI, KAMERA KAYDI, İSPATI YOK”

(CHP’li belediyelere son operasyonun sorulması üzerine) “İlk Adıyaman’dan başlayayım. Adıyaman’ın Belediye Başkanı bu dönem bizimle birlikte seçilmiş bir milletvekili, Abdurrahman Tutdere. Geçen dönem de birlikteydik. Memleketini seven, son derece çalışkan bir arkadaş. Deprem oldu. Bölgesinde, ben de 45 gün boyunca deprem bölgesinden hiç gelmedim. Defalarca gittim. Öyle bir gününe tanıklık ettim ki. Kendi ablası, eniştesi ve beş yaşında yeğeni günlerce gelip gidip başında durduğu enkazdan çıktı. Battaniyelerle kendi elleriyle arabaya koydu. Ben de oradaydım. O dağ gibi Ednan Arslan’ın, Ensar Aytekin’in, Ulaş Karasu’nun hüngür hüngür böyle o soğukta gömleklerine yaş geldi. Çünkü bir hafta ona tanıklık etmişler, o olaya. Abdurrahman kendi yeğenlerini aldı ve götürdü. Kefenleme, yıkama filan hiçbir şey yok o dönem biliyorsunuz. Öyle de fetva verildi. Kendi elleriyle mezara koydu. Hep beraber gömdük. Duasını yaptı. ‘Haydi’ dedi, evine gidip taziye almadı, Adıyaman’da enkaz başında gün, gün, gün durdu. Bu böyle bir adam. Elleriyle ekmek dağıttı. Biraz zaman geçti, arıyor. ‘Genel Başkanım Adıyaman’ın şuna ihtiyacı var.’ Biraz da o böyle heyecanlıdır. ‘Yazıklar olsun yahu ölelim mi, şöyle mi yapalım?’ filan. Ben artık nereden bulursam bir şey yolluyorum filan. Olmayacak işler yaptı. Bir benzeri Veli Ağbaba’dır. Malatya’da deprem sırasındaki emeğiyle, zaten yüzde 18’lik partiye yüzde 38 aldı yerel seçimde Veli Bey de. Bu Abdurrahman Tutdere yokları var etti Adıyaman için. Sonra Allah var ya hiç aklımda da yok. Çünkü Adıyaman’ın bir milletvekili var ve çalışkan bir adam. ‘Adıyaman’ı kazanacak halimiz mi var bizim?’ diye düşünüyorsun o zamanlar. Adıyaman’da AK Parti güçlü, DEM güçlü. Adıyaman’a heyet yolluyoruz ya, yolladık. Her yere de anket yapmamak lazım. Boşa para gidecek. Heyet ne diyecek diye raporuna baktım. Heyet diyor ki ‘Anket-manket yapmayalım...’ Birçok yerde öyle gelir doğuda, ‘Burada şansımız yok. Şöyle bir uygun isim var. Partinin bayrağını bu arkadaş taşır.’ Diyorlar ki ‘Ankete gerek yok. Adıyaman kararını vermiş, Abdurrahman Tutdere Belediye Başkanı olmuş diyorlar.’ Dedim ki ‘Ya nasıl olmuş?’ Dediler ki ‘Kürtçe ağıt yakan kadın da Türkçe ağıt yakan kadın da muhafazakarı da solcusu da Kürt’ü de Abdurrahman diyor, başka bir şey demiyor.’ Adıyamanlılar Abdurrahman’ı zorla adaylaştırdılar. Benim vermeye hiç niyetim yoktu, tek milletvekili var ve kazanılacak bir il diye görmüyorsun o zaman da. Biz Abdurrahman’ı aday ettik, sonra sahada takip ediyoruz ya. Bir baktık, hakikaten yüzde 50’yi ankette gördük biz aldığı oyu. Veya yüzde 43 filan ölçtük herhalde önce. Abdurrahman partinin oyunun falan çok üzerinde acayip bir şey yaptı. Orada her siyasiye nasip olmayacak bir güven kazanmış. Abdurrahman eğer milletvekilliğini bırakmasa bu ay 150 bin liranın üzerinde bir maaş alacak mesela. Şimdi küçük bir ilin Belediye Başkanı. Abdurrahman’a iki soru soruyorlar şu anda. O itirafçının söylediği... Geçmişte bu adam AK Parti ile çalışırmış, oradan alacakları var. Abdurrahman, bu iftiracı ile çalışmamış. Diyor ki ‘Ben AK Parti’den kalan alacaklarımı alacaktım. Gecikiyordu, gittim. Abdurrahman Tutdere beni filancaya yolladı.’ Ama gittiği yalan. Baz kaydı yok, HTS kaydı yok, kamera kaydı yok. İspatlanamıyor. ‘Birine yolladı beni’ diyor, ‘24 bin lira…’ Bir asgari ücret istemişler rüşvet diye, 24 bin lira. Bir de bir lokantaya belediyenin borcu varmış, ‘Onu kapat’ demişler. O lokantanın da depremzedelerin bir dönem yemek yediği… Sonradan fatura kesmiş. Belediyenin de ‘Biz bu faturayı ödeyemiyoruz. Dur birine ödettiririz’ filan. Bir hayırsever aradığı bir yer olduğu değerlendiriliyor. Diyor ki ‘24 bin lira benden para istediler.’ Abdurrahman ile hiç görüşmemiş. ‘Verdim’ dediğinin de ispatı yok. Kaldı ki büyük ihtimalle o para işte o lokantanın parası olabilir. Hani şu olur ya, giderken birisi ‘Ya şu garibanların yemek borcu var, şunu kapa’ dedi belki birisi. Bilmiyoruz. Bundan gidip Abdurrahman’ı tutukluyorlar, gözaltına götürüyorlar. Yarın işte tutuklamaya sevk edecek. Böyle bir adam.”

“9 YIL VADELİ TUTUKLAMA YAPMAK İSTİYOR”

“Öbürü Zeydan Karalar, ben anlatmayayım. Hani ‘Adana gibi Başkan’ diyorlar ya. Adana’da gidiyorsun, her görüşten adam, yolda çeviren sarılıyor. Böyle birisi. Eşi emekli öğretmen. Pırıl pırıl bir oğlu var. Zeydan Karalar, Adana’da başka bir motif. Zeydan Karalar’ı neyle suçluyorlar? Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı değil. Geçen dönem beş yıl yapmış, o da değil. Ondan önce Seyhan Belediye Başkanlığı yapmış, o da kendi dönemi değil. Önceki Seyhan Belediyesi AK Parti’de bu kişiyle, itirafçıyla çalışmışlar. Adıyaman’daki gibi ‘Alacaklarım vardı. Seyhan Belediye Başkanlığına Zeydan Karalar gelmişti. Hakedişlerimi öde, dedim. Beni birine yolladı…’ Aynı şekilde bak. ‘Kendi bir şey istedi’ filan değil. ‘Git ödesinler’, demiş birine. ‘O gittiğim adam benden para istedi. Para verince ödemelerimi aldım.’ Bir ödemesi kalmış, almış onu da. Bunun üzerinden Zeydan Karalar’a 9 yıl vadeli götürüp tutuklama yapmaya çalışıyor. Bu adam bu kirli ilişkiden bir şey bekliyor olsa devam eder onunla çalışmaya. Adana Büyükşehir Belediye Başkanı olunca olur. AK Parti’nin bütün büyükşehirleri bu adamla çalışıyor, Aziz İhsan Aktaş’la. Zeydan Karalar çalışmamış. Çalışanı suçlayamazsın, zaten bu ihalelere dört tane firma giriyor. Yani bu çapta ihalelere dört-beş tane firma giriyor. Aynı adam ama. Aynı Aziz İhsan Aktaş. Bakın, ‘Sekiz yıl önce Zeydan’a gittim, beni yolladı’ diyor. Gittiğini ispatlayamıyor. Baz, HTS falan filan yok. Ama geçen sene AK Partili Isparta Belediyesi’ne gitmiş, çöp ihalesini istemiş. ‘A8 Long alacaksın bana’ demiş Belediye Başkanı. Almış, hediye etmiş. Plakası da AK. AK plakalı araç. A8 Long Audi. Çok pahalı bir şey, bugün herhalde 20 milyonun üstündedir, belki daha da üstündedir. Öyle bir aracı vermiş Belediye Başkanı’na. Belediye meclisinde sorgulamışlar bunu. O da söylemiş, ‘Ne var yahu şahsıma mı aldım, belediyeye makam arabası aldım’ demiş. Kardeşim belediyeye makam arabası, 20 milyonluk. Aziz İhsan Aktaş veriyor ve çöp ihalesi alıyor. Öbür tarafta ‘Sen depremzedenin içtiği çorbanın parasını 24 bin liraya buraya kapattırdın’ diye hesap soruyorlar. Kapattıran da Abdurrahman değil. Konuyla alakası yok yani. E şimdi böyle şey olur mu?”

“AK PARTİLİ, MHP’Lİ ARTIK BİZE İNANACAK”

“Muhittin Böcek de Antalya’yı Cumhuriyet tarihinde iki kez üst üste kazanan ilk Başkan. Benim demek istediğim şu: Zulmediyorlar. Her biri pırlanta gibi arkadaşlarım, üzülüyorum ama galiba milletin doğruları görmesi için de iyi yapıyorlar. Şimdi gitsin, haydi bakalım yarın tutuklasın Abdurrahman Tutdere’yi. AK Partili bir siyasetçi gezsin bakalım Arasta’yı, caddeyi dolaşsın bakalım ne diyecekler? Olmaz, yani olmaz. Zeydan Karalar gibi bir adamı sekiz yıl önceki böyle bir şeyden Adana’dan koparırsan… Gerçekten ben bunu anlatmakta… Size söylemiyorum, ifade etmekte zorluk çekiyorum bazen kendi kendime de. Ya bunu nasıl görmüyorlar? Burada cezalandırılan Zeydan Karalar değil ki. Zeydan Karalar’ı aldın, koydun içeriye. Abdurrahman’ı aldın, koydun içeriye. O, bir kişi. Bak, 250 gündür Ahmet Özer yatıyor. Dimdik ayakta. Ekrem İmamoğlu, 110 gün oldu. Dimdik ayakta. Bir başına. Kitabını okuyor, onu yapıyor. ‘Demek ki bu bedel ödenecekmiş’ diyor. Ama Adana’yı cezalandırıyorsun kardeşim, Zeydan Karalar’dan mahrum ediyorsun. Adıyaman’ı cezalandırıyorsun, Abdurrahman’dan mahrum ediyorsun. Bakın bu Abdurrahman Tutdere, çarşamba şu salona gelecek en az 20 kişiye Adıyaman’a -hedefi 30’du galiba, en az 20’sine- değeri böyle 2-2,5 milyonluk, kendi belediyelerinden karar çıkararak deprem bölgesi diye, çocuk parkları yaptırdı. En az 22 tane yaptırdı, ben biliyorum. Halen uğraşıyor, ‘30 diye söz verdim seçimde, yaptıracağım’ diye. Adıyaman mahrum oluyor bundan. Cezalandırılan Adıyaman’dır. Bu yüzden belki Adıyaman’daki AK Partili, MHP’li geçen haftaya kadar Tayyip Bey’e inanıyordu. Şimdi artık bize inanacak. Neden? Gözüyle gördü yapılanı. Onu söylüyorum.”

“ERKEN SEÇİM İÇİN NE İMKAN VARSA ZORLAYACAĞIZ”

(Erken seçim için 2 Kasım elzem mi?) “9 Kasım olabilirdi, ertesi gün sevinilecek bir tarih değil 10 Kasım. O yüzden 9 Kasım değil 2 Kasım dedik. 16 Kasım olsa, 23’ü neden demeyiz? Çok kış olmadan yapılsın istiyoruz. Ama bir yandan şöyle bir şey var. Erdoğan’ın seçilmesinin 2.5’uncu yılıdır Kasım ayı. Tam orada şöyle bir şey var. Tam ortasında 2.5 yıldır yapıyor, 2.5 yıl daha yapmaya hakkı var. Şöyle hakkı var. Eğer Meclis 360 kişiyle toplanıp da seçimleri yenilemezse, ki yenilirse de erken seçim olduğu için aday olabilir. 2.5 yıl daha duracak. Biz diyoruz ki ‘Millette bıçak kemiğe dayanmış. Gel 2.5 yıl senden, 2.5 yıl bizden. Seçimleri yenileyelim, kararı millet versin. Hem bu kadar adaletsizlik, haksızlık va. Hem toplumun tüm kesimleri yoksulluktan şikayet ediyor, aldığı maaştan şikayet ediyor. Gençler işsizlikten, gelecek kaygısından şikayet ediyor. Gel kararı millet versin, korkmuyorsan gel’ diyoruz. Tabii onun şöyle bir sorunu var. 31 Mart’ta kaybetti, kötü adaylara falan bağladı. 31 Mart’tan sonra da çok uzun süredir 1.5 yıldır CHP hemen her ay birinci parti. Özellikle geçtiğimiz aylarda farkı biraz daha açtı. Öyle olunca hatta uçakta kendine sordurmuş, ‘Efendim CHP birinci parti çıkıyor anketlerde.’ O da diyor ki ‘Onlar gibi biz de anket yaptırıyoruz. Benim yaptırdığım ankette de ben birinci partiyim’ diyor. Ben dedim ne hoş o zaman. Madem birinci partisin, gel seçime hemen. 2 Kasım’da koyalım sandığı, yapalım. 2 Kasım bir tarih. Hakikaten 9 Kasım demedik, 10 Kasım ertesi günü diye. Ama şimdiden 2 Kasım’a karar alabiliriz. Gelecek sene Nisan’a karar alacaksa da şimdiden, ona da itiraz etmiyoruz. Gelecek sene Nisan’a Mart’a da biz varız. Ama daha geçine, diyor ya Bekir Bozdağ, ‘2027’nin sonu’ falan. ‘Bakalım o cesareti gösterebilecekler mi o gün gelince?’ diyor. İki yıl vadeli cesaret mi olur, cesaret bugüne dair bir şeydir. Bugün Bekir Bozdağ çok cesaret gösteriyor iki yıl vadeli. ‘İki yıl sonra çok cesur olacağım’ diyor. Gel şimdi cesur ol Kasım ayında. O yüzden biz erken seçim istiyoruz. Erken seçim için ne imkan varsa zorlayacağız.”

“MANAVGAT ASLINDA TURNUSOL KAĞIDI GİBİ”

(Manavgat soruşturmasıyla ilgili atanan muhakkikler hakkında) “Şimdi Manavgat aslında turnusol kağıdı gibi, bunu göreceğiz. Şimdi hemen o ilk görüntü. O görüntü çıktı, dediler ki ‘Montaj olabilir, eliyle koymuş gibi buluyor. Açan kişinin eli bile titremiyor. Kendinden emin nasılsa baklava çıkacak diye’ falan dediler. Ve bir de işte bir elinde dövme var, öbür elinde yok falan. O yüzden bir muhakkike ihtiyaç var. Ama ben görüntüleri gördüm, kaynar sular başımdan döküldü. O görüntüler eğer hani bir montaj falan çıkarsa tabii ki arkadaşın arkasında dururuz, ayrı bir şey. Ama o görüntüler gerçekse Allah onun bin kere cezasını versin. Çünkü bu parti Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimlerinden bir tanesine giderken bütün belediyeleri kazanmış ve belediyeleri iyi yönetirsek bize ülkenin anahtarını verecekler. Bu dönemde böyle bir işe kalkışıp da kendisinin namusunu, ailesinin namusunu düşünmeyi bırak, partinin geleceği ile oynayacak bir hareketi yapan birini affetmek mümkün değildir. Bu kadar net. Ama tabii yine de masumiyet karinesi var. Onun kendisini savunması lazım. Ben iki tane muhakkik görevlendirdim, gittiler. Bir takım bilgiler var, iç açıcı değil. Ama çok erken bir şey söylemem. İç açıcı değil, yani böyle alma iddiası var gibi duruyor. Şimdi öyle de hassas bir şey ki devletin elindeki imkanlar bizde yok. Zaten devlet ‘Bu var’ diyor. Onlar bir yanlış yapıyorsa, biz yapmayalım bir bakalım dediğimiz şeyi de erken bir şey söylemek istemem. Ama ilk gelen haberler iç açıcı değil. Eğer öyle bir şey olduysa, yani mahkemeyi falan değil, biz Cumhuriyet Halk Partisi ile bir saniye ilgisini bilgisini bilmem nesini bırakmayız.”



“TARİHİN EN BÜYÜK İFTİRASI”

(Bu sadece orada parayı aldığı iddia edilen kişiyle ilgili mi?) “Orada bağlantılı olduğu biri varsa o da. Bakın açık net söylüyorum. Zaten buradan çok net bir şey söyleyeyim. İstanbul’da ya da işte bu kadar operasyon yapılan belediyelerde, böyle bir kanıt, böyle bir bağlantı bir başka bir şey olsa biz nasıl insanların karşısına çıkacağız da diyeceğiz ki bilmem ki. Eğer bir yerde hırsızlık, yolsuzluk varsa karşısında en başta bizim durmamız lazım. Çünkü biz temiz siyaseti savunan, namuslu siyaseti savunan, yıllardır AK Parti’nin ortaya koyduğu bu işte bir döngüyü, yani işini görmek için AK Parti’yi görmen lazım, sisteme bir şey vermen lazım. Ya adamlar havuzlar oluşturup medya organları satın aldılar yani. Bilmiyor muyuz, havuz medyası niye diyoruz? Geçmişte bir havuz oluşturdular, iş adamlarından para aldılar. O havuzdan medya aldılar adamlar AK Parti için. O havuzu ona verdi, bu havuzu bilmem ne yaptı falan. Biz bunun karşısında olan siyasetçiler olarak bu işlerden uzak dururuz. Ben bu salonda ilk seçildiklerinde, kapalı toplantıda da dedim. Bakın ‘Anahtar var cebinizde’ dedim, ‘Ne belediyenin kasasınındır, ne bir dönem sonrasının kapısınındır’ dedim. ‘Cebinizdeki anahtar, partinin iktidarının anahtarıdır. O anahtara öyle bakın. Her yönüyle, hizmet açısından da temiz siyaset açısından da.’ Ben belediye başkanlarımızın çok büyük bir kısmının bu konuda son derece titiz olduğunu da görüyorum, biliyorum. Öyle şeyler oluyor ki, ‘Ya gelin beni de denetleyin. Korkuyorum, bir sürü iftira atılıyor, kara çalınıyor falan.’ Bir sürü arkadaş, fevkalade bir şey. Böyle bir tane çürük elmanın bütün sepeti berbat etmesine de izin veremeyiz. Ona bakıyoruz. Ama biz ‘Senin hırsızın kötüdür, benim hırsızım iyidir’ diyecek bir parti değiliz. Hırsızlık varsa, yolsuzluk varsa sonuna kadar karşısındayız. Biz Ekrem İmamoğlu’na atılanın çok büyük bir iftira, tarihin en büyük iftirası ve kara çalması olduğunu bildiğimiz için varımızla, yoğumuzla, onun namusuna hem şahsen kefil oluyoruz, hem örgüt olarak, hem Cumhuriyet Halk Partisi olarak da arkasında duruyoruz. Mesela Akın Gürlek ilk gitti İstanbul’a, bir belediye yolsuzluğu vardı da onu araştıra araştıra ucu veya bir yerde bir yolsuzluk vardı da Ekrem İmamoğlu’na çıkmadı. O gitti İstanbul’a. Gittiği günden beri Ekrem İmamoğlu’nun 20 yıl önce daire sattığı insanları arıyor. ‘Daireyi kaça aldın?’ Adam unutmuş bile 20 yıl olmuş. ‘Daireyi kaça aldın?’ ‘Efendim işte şu fiyata aldım.’ ‘Tapuda kaç gösterdiniz?’ Şimdi bu da var ya. ‘Şu kadar gösterdik.’ ‘Aradaki farkı nasıl verdin, Ekrem’e mi verdin, elden mi verdin?’ falan. Allah’tan Ekrem Başkan diyor ki ‘Siyasete girdiğim andan itibaren veremeyeceğim böyle hiçbir hesap yok’ diyor. Acaba Türkiye’de kim daire alıyordu bundan 15 yıl önce, tapudaki para başka bilmem ne başka, aradaki para ödeniyor. Hatta o tapuda ödenirdi yani. Bankada tapudaki kadar olur, orada verilirdi. Tapu memuru sorardı ‘Alışverişin tamam mı?’ ‘Tamam.’ İmzayı atardık. Böyle bir şey. Yani Türkiye’nin realitesi olmuş böyle bir şeyden açık yakalayıp, ‘Açıktan para aldı’ diye iş çıkaracak. Oralardan başladı kazımaya. Halen daha kazıyor. Nereyi kazıyor? Babasının Edremit’teki yazlığının bahçesini kazıyor, yandaki tarlayı kazıyor, kuyunun içini kazıyor. Para bulacak. ‘Neden?’ Demişler ki ‘Bunlarda vardır.’ Nereden vardır, ne biliyorsun sen bu işi? Kişi kendinden bilir işi. Recep Tayyip Erdoğan, kişi kendinden bilir işi. Kendi İstanbul Büyükşehir’de ne yaptıysa. Neyle suçlanmış? Rüşvet, irtikap, Akbil meselesi, terör örgütlerine destek. Aynılarından Ekrem İmamoğlu’na yapıyor. Ne buldun, ne buldun? Sende Akbil bulundu. Dünya kadar dosya oldu. Üstüne iktidar oldun. Kiminden Rahşan Affıyla kurtuldun, kimini daha sonra çok önemli görevlere getireceğin birisi seni kurtardı, sen de aldın onu başka bir yerde göreve getirdin. Bu eski defterleri konuşma, kesin bunda da vardır. Yok, perişan oldu işte. Polisler kaza kaza perişan oldu. Ekrem İmamoğlu da betonların içinde haksız yere İstanbul’dan koparıldığı için perişan oldu. Olacak iş değil yani.”

“GENELDE AK PARTİLİ BELEDİYELERLE ÇALIŞIYOR”

(Aziz İhsan Aktaş’ın işleri ile ilgili) “Aziz İhsan Aktaş‘la ilgili baktım, telefonumda var. Size hemen yayından sonra atabilirim. Bir çizelge var. Aziz İhsan Aktaş yüzde 1-2 yanılabilirim. Yüzde 22 CHP’li belediyelerle, yüzde 78 AK Partili belediyelerle çalışıyor. Ve kamu kurumları. Kamu kurumlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi var, Sayıştay var, EÜAŞ var, Türk Hava Yolları var. Sayıştay var. Adamın işi o anladığım kadarıyla. Araçlar alıyor, taşıma ihaleleri yapıyor. Zaten bu çaptaki işleri ülkede dört, beş tane firma giriyor. Ve birinden biri alıyor. Hatta işte iddialar şüpheler var ki; bazen biri geliyor öbürü çekiliyor, o orada bunun lehine çekiliyor, bu burada bunun lehine çekiliyor falan. Böyle şeyler de konuşuluyor. Yani bunları da görmek lazım. Çünkü bütün yükü sonra gidiyorlar belediye başkanının sırtına atıyorlar. Efendim adamlar aralarında anlaşmış, ‘Bu burada bu ihaleye niye girmedi?’ Ne bileyim niye girmedi. Bu burada bunun ayağına basmıyor, öbürü orada onun ayağına basmıyor. Bunlar realite yani. Ama belediye başkanına soruyorlar. ‘Neden böyle oldu?’ Aziz İhsan Aktaş ağırlıklı AK Partililerle çalışıyor. Birincisi o. İki; CHP’li belediyelere nereden gelmiş? Genelde önce AK Parti ile çalışıyormuş, Seyhan Belediyesi gibi. Biz almışız, oradan gelmiş. Mesela bu İstanbul’da Utku Caner Çaykara. Avcılar. Hiç ihale vermemiş. Ama gelmiş, ‘Devam edeyim’ demiş. Bakmış ki iş bir anormal iş. Bir daha ihale vermemiş mesela. Diyor ki ‘Ben Avcılar Belediyesi’ne belediye başkanı adayı olunca, seçimi bu kazanırsa diye bir seçim arabası gittim ilçeye verdim’ diyor. Yahu ilçeye seçim arabası değil, seçim otobüsü değil, bir anda 20 tane seçim otobüsü almak AK Parti’nin işi. Biz Manisa’da bir tane 302 S miydi onun adı, veya işte 303’tür. Normal, tepesinin demirlerini kestiriyoruz, demirciden şey yapıyoruz, seçim otobüsüne çeviriyoruz, yapıyoruz. Birinci sıra benim, otobüs benim. Vehbi büyük minibüs tutsun bilmem ne. AK Partililer gülüyordu bize. Filanca işte Soma’daki bilmem ne madenine bir telefon, altı tane otobüs oradan. Manisa Organize Sanayi’de bilmem kime bir telefon, 20 tane otobüs oradan. Adamlar otobüsleri park edecek yer bulamıyorlar. Biz bir derme çatma otobüsle kampanya yapıyoruz. Şimdi CHP’li Utku Caner Çaykara adayken, ilçede bir kere şey olur. Seçim komitesi kurarsın, partililerden para toplarsın. Birisi gelip de ‘Ben Cumhuriyet Halk Partili’yim’ veya ‘Ben Utku Başkan’ı beğendim, inşallah kazanacak. Bir seçim arabası da benden’ diyecek. Seçim yürüttük biz, yönettik. ‘Bir seçim arabası da benden’, ‘Abi senden Allah razı olsun’ deriz hemen oturturuz bir şoför başına. Türkiye’de seçimde sesli araç giydirmek, ona götürmek falan bir sürü partili bunu yapar, yapılsın isteriz. Kapı kapı gezeriz. CHP’li bildiğimiz esnaftan, ben CHP’li eczanelerden para toplayıp partiye araba giydirdiğimi biliyorum ya geçmişte. Bundan normal bir şey yok. Utku’nun haberi yok, bir kere temas etmemiş. Avcılar İlçe Başkanlığına sesli araç vermiş Aziz İhsan Aktaş. Sonradan kendi söyleyince öğreniyoruz onun öyle olduğunu, ki ispat yok. Utku’yla temas yok, Utku içeride bu yüzden tutuklu. Ama adam ilk Akın Gürlek’in kabul etmediği ifadesi var ya. Hatta orada ‘Baba’ diye bir şey varmış. Neyse onu patlatacağım çok güzel, günü gelince hep birlikte göreceğiz okuyacağız, güleceğiz. <

Yorumlar

Haber Arama